Monday, June 4, 2012

sevgiliniz bir orospu


Sevgili erkekler, sevgiliniz mi var? Artık sevgiliniz yok, artık orospunuz var. Bir kadın evlenmeden seks yapıyorsa orospudur. Çünkü ola ki hamile kaldı, artık gayrımeşru bir çocuğu var demektir. Buna rağmen onu seviyor ve onunla evlenmek mi istiyorsunuz? Pek mümkün değil, o orospuyu bırakıp, evlenmeden seks yapmamış mazbut bir aile kızıyla evleneceksiniz; zira eğer o sevgilinizin mazbut bir ailesi yok ise kendisi artık orospu sıfatıyla toplumdan tecrit yaşıyacaktır. Yok eğer mazbut bir ailesi var ise o mazbut ailesi tarafından itlaf edilecektir.

Yoksa siz sevgilisiyle çoktan düğün dernek edip evlenmiş yahut evlenmeyi planlayanlardan mısınız? O zaman hazırlıklı olun, karınız pek yakında o sevdiğiniz kadın olmaktan çıkacak, komşu dedikodusundan başka konuşacak konusu kalmamış bir "kadınana"ya dönüşecek. Zira ister istemez karınızın karnından sıpayı eksik etmez olacaksınız. Karınızın ne bir mesleki kariyeri olabilecek, ne de ev hayatı dışında bir sosyalliği. Kendisi, hamilelikte geçirdiği sosyal, bedensel ve psikolojik değişimleri dengeliyebileceği bir vakte asla sahip olamıyacak. Zira yumurtalıkları elverdiği müddetçe hamile kalıp çocuk doğurmakla meşgul olacak. 

Korunmak mı? Allaseniz şaka yapmayın, bu iş kürtaj yasağıyla bitecek mi sanıyorsunuz? Elbette ki bitmeyecek. Bu iş doğum kontrolünü de ayıp, günah ve kanunen yasak sayarak ilerliyecek; kadını sosyal ortamdan, kamusal alandan tamamiyle silene kadar bitmeyecek! Kadınlı erkekli sokaklarımızı, ofislerimizi, kızlı oğlanlı okullarımızı, park ve bahçelerimizi adam bıyığı içinde bırakmadan sona ermiyecek!

Bu işin burada bitmiyeceğini biliyorum, çünkü bu işin burada başlamadığını da hatırlıyorum. Bu iş, orospu sıfatına sokulmuş çocuklarla sevişenlerin ısrarla tecavüzcü sayılmamasıyla başladı. Seri tecavüze uğrayan o çocukların psikolojilerinin bozulmadığını belirten raporlar verilerek başladı. Kocasıyla, ailesiyle sorun yaşayan, ayrılmak isteyen, okumak isteyen, evlenmemek isteyen, bağımsız davranmak isteyen kadınların, kızların, kardeşlerin, ablaların, amca teyze kızlarının orospu sayılarak öldürülmelerinin olağan bir namus temizleme seçeneği olarak benimsetilmesiyle başladı.

Yoksa bu tür olaylar siz bu satırları okuyanlar için sadece üçüncü sayfa haberleri mi? Siz sevgilinizle güzel güzel sevişmekte iken halkın çoğunluğu zaten hep bu anlayış ve davranış biçimi içerisinde miydi? Siz sevgilinizle aynı evde yaşıyorken onlar zaten karılarını dövüyorlar mıydı? Siz o sevgiliyi terkedip bununla, bu sevgili tarafından terkedilip şununla sevgili olmaktayken onlar zaten kızlarını öldürüyorlar mıydı? Evet, ama ne yaparlarsa yapsınlar etik dışı olmalarından mütevellid aynı zamanda kural dışıydılar. Ama korkmayın, pek yakında halkın çoğunluğunun her zamanki bu anlayışı kural dışı olmaktan çıkıp sizin de hayatınızı belirleyen temel kural olacak. Bu iş burada bitmeyecek ve bu olaylar ve bu olayların failleri yakında size uzak olmaktan çıkacak.  Pek yakında bu olayların failleriyle bizzat tanışacaksınız. Sevgiliniz pembe otobüse binmediğinde ona orospu muamelesi yapan yolcu olarak, karınız çalışmayı sürdürdüğünde size gavat  muamelesi yapan komşu olarak, yeni evlendiğinizde iki sene çocuk yapmayıp gezmek istediğinizde size toplum düşmanı olarak bakacak devlet olarak tanışacaksınız. Bundan sonra kadınlı erkekli ortamlarda neşe ve açık yüreklilik olmayacak; ciddiyet, asık suratlılık, hiyerarşi, gerginlik, gizlilik ve hırs olacak. Fakat bu iş orada da bitmeyecek, haremlik selamlık ortamda  bile neşe kural olmaktan çıkacak; neşe istisna olacak; neşe taşkınlık, neşe sapkınlık olacak. Sosyallik demek, erkeklerin adam adama sürdürdükleri sıkıcı hayatın kenarında boğucu bir hayat sürdürmeye çalışan kadınlar demek olacak.

Ha bir de orospular olacak, evet, ama onların sosyal bir değeri olmayacak.

Tuesday, May 8, 2012

ölüm pornosu edebi eser mi?

William Burroughs'un kitabı Yumuşak Makine ve Chuck Palahniuk'un yazdığı Ölüm Pornosu kitapları, müstehcen içerikleri sebebiyle yargılanıyorlar. Kitaplara davanın açıldığı yasa, "edebi eser" niteliğindeki yayınların yasa kapsamı dışında tutulacağını belirttiği için, bilirkişi olarak atanan Muzır Kurulu'ndan bu kitapların edebi eser olup olmadıkları konusunda görüş isteniyor. Yayınevi adına savunma yapan kişi de (medyadaki haberlerden okuduğum kısa alıntılardan öğrendiğim kadarıyla) "Diyelim ki rapor olumsuz çıktı ve mahkemenin seçtiği bilirkişiler Yumuşak Makine'nin edebi olmadığına karar verdi. Bu durumda bu kitap edebi eser olmaktan çıkacak mı? Tüm dünyada bunu akıl eden bir biz miyiz?" diyor. Yani "Bütün dünya bunun edebi eser olduğunu kabul etmiş, demek ki edebi eserdir, suçsuzdur" demeye getiriyor.

Evet, haksız değil, haklı, fakat bir eserin savunması bu temele mi oturtulmalıdır? William Burroughs bu kitabı yeni yazmış olsaydı, ilk kitabı olsaydı ve henüz dünyada kabul görmüş olmasaydı bu kitap edebi eser olmaktan çıkacak mıydı? Bu kitabı burada Ali Veli yazmış olsaydı edebi eser olduğunu nasıl kanıtlayacaktık? Türkiye'de bu nitelikte bir kitabın yayınlanabilmesi için evvela bütün dünyaca denenip onaylanması mı gerekiyor?

Yayıncının yaptığı (yahut medyanın yansıttığı) savunma kısır yasanın kısır mantığı çerçevesinde yapılan, kitabın edebi eserliğini Muzır Kurulu'ndan biraz daha üst bir merciye onaylatmaya dayanan kısır bir savunmadır. Oysa ki edebi eser olma potansiyeli bulunan her türlü yayının önünün açılabilmesi için evvela edebi eser - gayrı edebi eser ayrımı kaldırılmalıdır. Etik bir prensip olarak her eser (dolayısıyla basılmış her kitap) edebi eser kabul edilmelidir. Bundan sonra da yasada geçen "muzır"ın, yani zararlının çerçevesi tartışılmalıdır. Bir kitapta, iddianamede belirtildiği üzere "cinsel organlara kadar detaylara yer verilmesi" mi daha zararlıdır, yoksa cinsel organlara yer vererek anlatılan bir metnin fikren, vicdanen, duygusal ve bilimsel açılardan, popüler ortamdan akademik ortama hiç bir kültürel alanda kayda geçememesi, tartışılamaması, konuşulamaması ve düşünülememesi mi daha zararlıdır?

Muzır Kurulu'nu bilirkişi tayin etmek hakimi dertten kurtarır, dünyayı bilirkişi tayin etmek belki Yumuşak Makine'yi ve Ölüm Pornosu'nu kurtarır. Bilirkişi tayini yerine tavrımızı ifade özgürlüğü, bilgiye erişme özgürlüğü ve etik kavramları üzerine temellendirmediğimiz sürece ise, Ali Veli, sen, ben daima mahkum oluruz.

Sunday, August 21, 2011

ahlakçılığın müstehcenliği


Cinsellik ile tahakküm arasındaki ilişkiye kafa yorduğunu belirten MSÜ Sosyoloji öğrencisi Yiğit Özdemir, 'Pornoma Dokunma' düşüncesinin teorisini desteklemek ve sansür karşıtlığı düşüncesini liberal özgürlük ekseni dışına da çıkarabilmek amacıyla bir yazı göndermiş.

Bugün yüzde 51in kolektif iradesiyle tahakküm etmenin cinsel hazzına varmış siyasal iktidar, kendi hazzına rakip istemediğinden ötürüdür ki insanların kuku ve çükünün ne gibi süreçlerden geçtiğiyle uğraşmakta. yasaklama gücüne sahip olmanın iğrenç keyfi, yukarıdan tabana doğru gönüllü ahlak polisliği vasıtasıyla yayılmaktadır.
Nasyonal sosyalist partinin 1933'te iktidarı tam anlamıyla ele geçirdikten sonra Hitler gençliğinin eşcinsel kulüplerini bastığını ve her türlü pornografik yayını yasakladığını hatırlamak anlamlı olacaktır. Stalin Rusyasının da "sınıf bilincini düşürdüğü" gerekçesiyle Leninin döneminde elde edilen cinsel hakları "geri alıp" eşcinselliği tekrar bir suç haline getirdiğini biliyoruz. Tarih boyunca halkların gördüğü her türlü zorbalığın içerisinde, insana sadece yapıldığı an değil, özgürce yaşandığı takdirde yaşamın her saniyesinde canlılık ve zevk veren, hatta estetiğin ve kültürün de büyük bir parçası olan cinselliğin baskılanması da her daim bulunmaktadır. Bu anlamda AKP, aynen nazi Almanyasında olduğu gibi ahlakı savunarak, kendi tabanıyla sadece ekonomik rantı değil, toplumun kendisinden kalan kısmına tahakküm edebiliyor olmanın rezil hazzını da paylaşmaktadır. Erdoğan, bizim hiç bir pornoyla elde edemeyeceğimiz, farklı bir cins hazla, hegemonyanın hazzıyla bir zamanlar Kenan Evren'in yaptığı gibi meydanlarda zevklenmekte. Bu bakımdan seks kasetleri ve benzeri şeylerle ortaya çıkan parlamenter orci ve ahlakçı söylem birbirinin karşıtı olan şeyler olmadığından, iktidarı ikiyüzlülükle suçlamak da abestir. Çünkü meclis koridorlarından halka cemaatler vasıtasıyla yayılan bu haz, bizzat yasanın ve totalitarizmin bir ürünüdür. Halbuki insan toplumlarının ve emekçi sınıfların, hiç bir zaman toplumsal hayatla ilgili kendiliğinden, organik bir sağduyu gibi basit bir şey dışında bir yasaya ihtiyacı olmamıştır. Tecavüz, şiddet ve dünyada insanın insana yaptığı her türlü zorbalık yasanın bir nedeni değil, her zaman sonucudur. Özgür insanın böyle dertleri yoktur, o ancak istediği kadar yer, içer, çalar, söyler ve sevişir. Ancak tahakkümün nesnesi ve öznesi haline gelmiş/getirilmiş her türlü insanın durumu başkadır. O, kendi bağımsız varlığını diri tutamadığından, aynen burjuvazinin istediği gibi başka başka nesnelere, ve bunun uzantısı olarak aşırı tüketime muhtaç olacaktır, çünkü kaybettiği, elinden alınan özgürlüğünden gelen diri gücü ve neşesini ancak böyle ikame edebileceğini sanmaktadır. Bu bakımdan siyasetle iktisadı, özel alanla toplumsal alanı, bireyle toplumu ikiye ayıran ve farklı alanlarda inceleyen liberal konsensus, totalitarizmin gerçek kaynaklarıyla ilgili bilinci yağmalamaktan başka bir işe yaramaz, Bilakis, özel mülkiyet aracılığıyla kurdukları kendi küçük hapishanelerini dışarıya karşı korumak için polis gücünü meşru bir şey saydıklarından, bu iğrençliğin yanındadırlar, ve özgürlüğün düşmanıdırlar.

Sunday, May 15, 2011

sansüre karşı bacak omza!



Bugün tıpkı geçen seneki gibi sansüre karşı İstiklal Caddesi'ndeydik. Bu sene geçen yılki gibi kendi halinde minik bir organizasyon değil, İstiklal Caddesi'ni Taksim'den Tünel'e kaplayan kalabalığıyla, gösterişli bir yürüyüş oldu. Ben bu yürüyüşlerin gelenekselleşerek Geleneksel 15 Mayıs İnternet Özgürlüğü Festivali adı altında her yıl gerçekleştirilmesinden yanayım. Sadece kuyruğumuza basıldığında can havliyle bağırmayalım, hep sesimizi çıkaralım.


Bu arada ben yetmiş cm enindeki Pornoma Dokunma pankartımla büyük işler becerdiğimi sanırken haber sitelerinde gördüm ki (sanırım inci sözlükçüler) kocamaaan, neredeyse beş metrelik bir Pornoma dokunma pankartı açmışlar. Sezyum da oradaymış galiba. Görseydim yanlarına giderdim ama İstiklal baştan sona iki kilometre, kimbilir ben neredeyken onlar neredeydi.


Bunlar da internette, haber sitelerinde, facebook'ta, flicker'de mlikırda görebildiğim şahsımın, pankartımın, diğer dev pankartın ve başka bazı pornolu pankartların fotoları:




























Bunlar da fonda lgbtt bayrağıyla:





Ayrıca Ekşi Sözlük'te şöyle de bir link var:

http://www.flickr.com/photos/62916671@N02/5722766780/in/photostream

Ekşi Sözlük'ten öğrendiğime göre İzmir'de de (ve belki diğer şehirlerde de) pek çok Pornoma Dokunma pankartı varmış. İstanbul'da "Pornoma dokunma, sana sararım" sloganları atılmış ama ben malesef duyamamamışım. En sevdiğim sloganlar "Kurabiye Tayyip" ve "Sansüre karşı bacak omza" oldu. Sonuncusunu buradan tekrarlıyorum:

Sansüüre Kaaarşı Bacakooomza!..
Sansüüre Kaaarşı Bacakooomza!..

Monday, May 2, 2011

fak

Ben liseye başladığım yıllarda (yirmi sene kadar önce) gazetelerde "çocuk komünist" haberleri sık sık yer alırdı. Neymiş efendim, 15 yaşındaki M.Ç.'ye yahut 16 yaşındaki A.B.'ye komünist oldukları için dava açılmış. Bu haberlerin genel havası da "yahu on beş yaşındaki çocuğa komünist diye dava açılır mıymış" ana fikrindeydi. Ben o zamanlar yaşım on beş civarı olduğundan "vay beni çocuk yerine koyuyorlar" diye bu haberlere tepkiliydim. Fakat asıl numaranın bana karşı değil gazete okuruna karşı çevrildiğini yıllar sonra anladım. Bu türden bir haberi okuyan özgürlükçü ve toplumsal olaylara duyarlı gazete okuru farketmeden faka basmakta idi, çünkü haber şu alt mesajı içeriyordu: on beş yaşında çocuğa komünist diye dava açılması abestir, ama kırk yaşındaki adama komünist diye dava açılması normaldir. Okur "faka basmakta" idi çünkü duyarlı gibi gözüken bu tavrı kendi duyarlılığının medya entelektüellerinin ağzından ifade edilişi sayarak komünistliğin suç olduğu kabulünü -istemese bile- içselleştiriveriyordu. Medya, toplumu işte böyle yönlendiriyor, dezenformasyon işte böyle çalışıyor.

Aynı dezenformasyon, aynı "fak" geçenlerde "22 yaşında öğrenci" bir blog yazarına dava açılmasıyla birebir tekrar yaşandı. "Yahu daha yirmi iki yaşında, hem de henüz öğrenci, üstelik yaza yaza blog yazıyor! Buna dava açılır mı!" Tabi ki açılmaz. Kime açılır? Tabi ki kırklı yaşlarda öğretim görevlisi ve kitap yazana açılır. Bu fak güzel işleyen bir fak olsa gerek ki, şimdi de "internette alan adlarının sansürlenmesi" konusunda tıkır tıkır çalışıyor. Neymiş efendim, etek'ten hikaye'ye, hatun'dan haydar'a pek çok "saçma" kelimeye yasak gelmiş. Herkes el ele vermiş, interneti denetleyen kurulun nasıl da iş bilmez, nasıl da mevzudan çakozlamaz bir kurul olduğunu anlatıp anlatıp dalga geçiyor. Fakat emin olunuz ki oralarda hiç kimse bu kadar iş bilmez değil. Medya bu "saçma" kelimelerin yasaklanamayacağını tartıştıkça, saçma olmayan kelimelerin yasaklanabileceğini meşrulaştırıyor. Kurulun başına aklı başında ve internetten anlayan adamlar getirildiğinde "aa, yasak çok saçma bir şey, biz yasakları kaldırıyoruz" diyeceklerini mi sanıyorsunuz? Hayır, o vakit yine yasaklıyacaklar, çünkü onların görevi yasaklamak. Sadece bu defa akıllıca, içine haydar'ı etek'i karıştırmadan yasaklıyacaklar, ve artık hiç kimse itiraz edemiyecek, zira özgürlükçü ve duyarlı medya okurları şu anda saçma olmayan kelimelerin yasaklanabilirliğini -istemeseler bile- onaylamakla meşguller. Ayakları faka çoktan kapılmış durumda.

Öyle sanıyorum ki artık mesela blogger sitesi bir iki davalık blog yüzünden toptan kapatıltığında "yahu bir iki blog yüzünden bütün blogger sitesi kapatılır mı, tek tek blog adreslerini engelleseler ya" derken pek de sansür karşıtı ve pek de özgürlükçü olmadığımızı farketmemiz lazım.